4 Ocak 2010 Pazartesi

MAHREM ŞEYLER

FELSEFİ EROTİZM DENEMESİ
Duyurularında "Cahiers de Cinema'nın (ünlü Fransız sinema dergisi) 2002 yılının en iyi Fransız filmi seçtiği yapım" diye tanıtılan "Mahrem Şeyler" ise bir başka alem. Daha önceki bir avuç filmiyle oldukça saygın bir konuma ulaşan Jean- Claude Brisseau, bu filmle sanki kendi "Gözler Tamamen Kapalı"sını yapmak istemiş. Bir gece kulübündeki son derece erotik bir soyunma sahnesiyle başlayıp iki genç kadının hayatı ve daha mahrem şeyleri paylaşma serüveni gibi devam eden film, sonra sırasıyla büro entrikaları, mesleki hırs ve yükselme, polisiye ve de en son felsefierotik bir deneme gibi farklı üsluplara kayıyor. Ama ne yaparsa yapsın, hiçbir biçimde inandırıcı olamıyor. Aynı biçimde, gerçek anlamıyla erotik, felsefi veya gerilimli de olamadığı ve en çok komik olduğu söylenebilir. Film, kimi ilginç öğelere karşın başarısızlığa daha yakın. Ve bence amaçladığı Kubrick başyapıtından çok, bir zamanların "Emmanuelle" ve benzeri Fransız seks filmlerine daha çok benziyor. Saygın Cahiers du Cinema'nın bu filme niye böyle paye verdiği ise, benim için tam bir muamma olarak kalacak!

MAHREM ŞEYLER **
(Choses Secretes) Yönetim ve senaryo: Jean- Claude Brisseau
Görüntü: Wilfrid Sempe
Müzik: Julian Civagne
Oyuncular: Coralie Revel, Sabrina Seyvecou, Roger Mirmont, Fabrice Deville Fransız filmi.

MARIE VE JULIEN'İN HİKAYESİ

Temmuzun bu bereketli haftasında gösterime çıkan tam 7 filmin içinde iki de Fransız olanı var. Ama aslında sevdiğimiz bu sinemadan gelen farklı filmlerin ikisi de çok matah şeyler değil. 1960'lardan beri film çeken Yeni-Dalga'cı Jacques Rivette, hala aynı şeyleri yapıyor. Yani çok uzun filmler boyu anlatılmış (bu filmi 2 buçuk saat) kadın-erkek ilişkileri ve kimi yadırgatıcı temalar da içeren bol diyalog. Bu kez emektar yönetmen, işin içine iki ayrı düzlemi, gerçek hayatla nasılsa gelip ona karışan 'hayaletler düzlemi'ni katıyor. Gümrüksüz Çin kumaşları getiren bir kadına şantaj yapmak (!) ve eski saatleri onarmakla vakit geçiren bir adam, eskiden tanıyıp unutamadığı bir kadına rastlıyor ve onunla hayatını paylaşmayı deniyor. Ama kadının bir gizemi vardır ve üstelik bu gizemi paylaşanlar da az değildir. Rivette'in son filmlerini, örneğin yine festivalin gösterdiği "Bil Bakalım"ı pek tutmuyorum. Bu film de iyi oyuncuların varlığına ve kimi çekim ustalıklarına karşın insana çok şey vermiyor ve uzun süresini doğrulamıyor. Ama elbette yine de Rivette Rivette'dir deyip saygı duruşunuzu yerine getirmek isteyenlerdenseniz...

MARIE VE JULIEN'İN HİKAYESİ **
(Histoire de Marie et Julien) Yönetmen: Jacques Rivette
Senaryo: Pascal Bonitzer, Christine Laurent, J. Rivette
Görüntü: William Lubchantsky
Oyuncular: Emmanuelle Beart, Jerzy Radziwilowicz, Anne Brochet, Nicole Garcia Fransız filmi.

HAYATIN İÇİNDEN

Hayatın unuttuğu ruhlar
Hayatın unuttuğu ruhlar


Amerikan bağımsız sineması, sistem tarafından emilerek bir ölçüde cazibesini yitirdi. Bu sinemanın Mekke'si sayılan Sundance Festivali'nden ise son yıllarda öyle garip ödüller çıkıyor ki... Ama işte, üç Sundance ödüllü bu film, bu sinemaya olan tüm güveninizi geri getirebilir. Öylesine hoş ve sempatik bir film bu. Kabaca, derin Amerika'da tren yolunun yanıbaşındaki eski istasyon binası çevresinde buluşan üç insanın kesişen öyküleri bu... Biri, 1.35'lik boyuyla herkes tarafından alaya alınmaktan, en azından farklı muamele görmekten bıkmış bir cüce... Öbürü, beklenmedik biçimde kaybettiği küçük oğlu nedeniyle evinden ve kocasından kopmuş ve nerede akşam orada sabah yaşamaya başlamış ortayaşlı bir kadın ressam. Bir diğeriyse, kendisini hasta babasına vakfetmiş, sürekli konuşmak ihtiyacı içindeki İspanyol kökenli ve aşçılıkta usta bir büfe sahibi genç adam... Talihin rüzgarıyla savrulan ve sanki zamanın donup kaldığı bu yörede buluşan üç insanın, iletişimi ve dostluğu hem arayan hem de onlardan öcü gibi korkan üç avare ve serseri ruhun öyküsü... Birbirinden usta üç oyuncu ve onlara eklenen tüm küçük rollerle canlanan, kesinlikle sefalet ve düşkünlük edebiyatı yapmadan, espri ve mizah dozunu hiç ihmal etmeden ve tren-severlere de sanki özel bir armağan veren oya gibi örülmüş bir film, bir tür yeni "Bagdad Cafe". Bu küçük, ama göründüğünden çok daha büyük filmi sakın kaçırmayın.

HAYATIN İÇİNDEN
***

(The Station Agent) Yönetim ve senaryo: Tom McCarthy
Görüntü: Oliver Bokelberg
Müzik: Stephen Trask
Oyuncular: Peter Dinklage, Patricia Clarkson, Bobby Cannavale Alliance Atlantis yapımı.

FİL

Masum ve vahşi

Amerikalı usta yönetmen Gus Van Sant'ın sıradışı filmi "Fil" gençlerin katliamını anlatıyor.

***

Masumiyetin içindeki canavarlık

Amerikan bağımsız sinemasının usta ismi Gus Van Sant'ın sıradışı filmi Fil, bir grup öğrencinin neden olduğu kanlı katliamı anlatıyor.

Gus Van Sant sanki ilk günlerine dönüyor. Amerikan bağımsız sinemasının usta adı, 1952 doğumlu bu ilginç yönetmen, ilk ününü yapan ve genelde gençlik dönemine ve gençlerin sorunlarına Hollywood kalıpları dışında yaklaşan "Drugstore Cowboy", "My Own Private İdaho", "Even Cowgirls Get the Blues" gibi filmlerden sonra, kimilerinin deyişiyle ruhunu şeytana satmış' ve tipik Hollywood tarzı "Can Dostum", "Sapık" (Hitchcock klasiğinin yeniden çevrimi) gibi filmler yapmıştı. Oysa "Fil" onun ilk dönem filmleri gibi genel-geçer seyirci için oldukça sıkıcı, ama alabildiğine taze, sıradışı ve neredeyse deneysel bir film. Michael Moore'un ünlü belgeseli "Benim Cici Silahım"a da esin kaynağı olan Columbine lisesi katliamından yola çıkıyor yönetmen. Aynı olayın bunca farklı iki filme yol açması ne ilginç. Van Sant'in 80 dakikalık filmi de neredeyse bir belgesel. Gündelik yaşamı içinde yakalanmış bir okul, seçilmiş bir avuç öğrencinin karaktere dönüşmeden, daha çok davranışlar sergilenmesi biçiminde sunulan okul-içi etkinlikleri... Aralarından ikisinin yavaş yavaş hissettirilen yönelişleri (hocalardan nefret, okul içinde uyumsuzluk, TV'de izlenen bir Hitler ve nazizm belgeseli, vs) sonucu giriştikleri çılgın öldürme eylemi... Bu kısa, ama güçlü film sonunda sanki daha büyük bir etki yaratıyor: O tekdüze sakinlikle kanlı trajedi, Amerikan Rüyası ile birden uyanan vahşet, tek sözcükle uygarlık ve ilkellik arasındaki büyük çelişki, belki böylece daha güçlü biçimde ortaya çıkıyor. 2003 Cannes Festivali'nde pek beklenmedik bir çifte ödül (Altın Palmiye- en iyi film ve de en iyi yönetmen) alarak ölümsüzleşen film, yine de yer yer emsalsiz sinema tatları içeriyor. İLK

ÖPÜŞMENİN HEYECANI
Örneğin kimi olayların iki ayrı çekimle iki farklı yandan gösterilmesi, tüm finalin alışılmış bir aksiyon- gerilim olmaktan çok uzak, ama sanki cehennemi daha iyi duyuran bir sakinlik içinde verilmesi. Ya da benim favori sahnem: Kanlı bir eyleme hazırlanan iki gencecik ve melek yüzlü arkadaşın bunu bir ritüel haline getirmek için birlikte aldıkları 'son duş' ve 'daha önce kimseyi öpmediklerini' hatırlayarak öpüşmeleri. Her türlü erotizmden uzak öylesine şiir yüklü bu sahne, nerdeyse tek başına Gus Van Sant'in ustalığını vermeyi başarıyor.

FİL
***

(Elephant)
Yönetim ve senaryo: Gus Van Sant
Görüntü: Harris Savides
Oyuncular: Alex Frost, Eric Deulen, John Robinson, Elias Mcconnell, Timothy Buttoms
Amerikan filmi.

HAYATIN BENİM

Sürprizli ve ölümcül bir gerilim
Sürprizli ve ölümcül bir gerilim


Polisiye filmlerden, "seri katil"li yapımlardan hoşlanıyorsanız, "Taking Lives-Hayatın Benim" tam size göre. Montreal'in göbeğinde ve kalabalık içinde çekilen bölümler ise çok etkileyici.

Kuzuların Sessizliği" filmini 1990'lar sineması için bir dönüm noktası saymak mümkündür. Sinemada cani/cinayet öyküleri hep anlatılagelmişti, hatta Hakkı Devrim üstadın sevmediği deyimle "seri katiller" de hep vardı. Ama bu film, cinayet/polisiye filmlerde ilk kez böylesine sağlıksız, hastalıklı bir dünya ve o dünyada soluk alan hayal-ötesi bir cani kimliği çizdi. İç bulandırıcı olmaktan, kimi seyircilere kusma arzusu vermekten hiç kaçınmadan... Ve ardından bu tür filmler yağmur gibi geldi. En iyilerinden biri de David Fincher'in "Seven"i olmak üzere... "Hayatın Benim" bu filmlerin yolundan gidiyor. Melek yüzlü bir genç adamın işlediği korkunç bir cinayetle açılıyor film... Sonra onun filmimizin görünmeyen kahramanı olduğunu anlıyoruz; yıllarla birlikte cinayetleri üst üste yığılacaktır. O önlenemez bir katil, iyileşmez bir hasta ruhtur. Ve öldürdüğü her kişinin kimliğine bürünerek onun hayatını yaşamak, böylece bir hayattan öbürüne atlamak da onun yöntemlerinden biridir.

BEKLENENİ VERİYOR

"Hayatın Benim" bu tür bir filmden beklenebilecek, en azından benim beklediğim hemen her şeyi veren bir yapım. Çok satan bir romandan alınan filme romanda olmayan bir kişilik, kadın FBI ajanı, katillere adeta içgüdüsüyle, altıncı hissiyle yaklaşan 'profil uzmanı' Illeana Scott karakteri eklenmiş. Böyle bir 'erkekler filmi'ne bir kadının, hem de böylesine kişilikli bir kadın kimliğinin eklenmesi, yazar ne der bilmem ama seyirci için iyi olmuş. Böylece hem bir nefes alma olanağı, hem romantik bir boyut, hem de bir tür feminist yaklaşım katılmış oluyor hikayeye... Gerilimi, sürprizleri, dönüm noktaları iyice belirlenerek ustaca anlatılmış bir film.... Montreal'in göbeğinde ve kalabalık içinde çekilen bölümler etkileyici. Oyun düzeyi yüksek. Ama özellikle Ethan Hawke'in çok nüanslı performansına dikkat edin. Tüm final bölümü ise sanırım kolay kolay unutulmayacak ve bir cinayet filmleri antolojisine geçebilecek bir bölüm. Belki yeni bir "Kuzuların Sessizliği" veya "Yedi" değil ama onlara yakın bir yerden uçan ve eksilmeyen bir ilgiyle izlenen bir film.

HAYATIN BENİM
***

(Taking Lives)
Yönetmen: DJ Caruso
Senaryo: Jon Bokenkamp
Görüntü: Amir Mokri
Müzik: Philip Glass
Oyuncular: Angelina Jolie, Ethan Hawke, Kiefer Sutherland, Gena Rowlands, Olivier Martinez, Tcheky Karyo, Jean- Hugues Anglade Warner Bros yapımı.

STEPFORD KADINLARI

Erkekleri mutlu etmeye programlı 'suni' kadınlar
Güzeller ama doğal değil

Nicole Kidman, Matthew Broderick, Bette Midler ve Glenn Close'lu dev kadrosuyla dikkat çeken "Stepford Wives- Stepford Kadınları", erkekleri mutlu etmeye programlı kadınlarla dolu bir kasabanın öyküsünü konu alıyor. Angelina Jolie, Ethan Hawke, Kiefer Sutherland, Olivier Martinez'li "Taking Lives-Hayatın Benim" ise haftanın diğer filmi...

***

Erkekleri mutlu etmeye programlı 'suni' kadınlar

Hem komik hem romantik hem de fantastik! "Stepford Wives-Stepford Kadınları" Truman Show"vari bir film. Yazın bu sıcak günleri için ideal bir eğlencelik olabilir.

Stepford kasabası, sanki TV reklamlarını hatırlatan, her yeri bal dök de yala bir rüya semtidir. Hepsi aynı çiçeklerle süslü, aynı yükseklikteki çimlerle çevrili, aynı son model arabaların cirit attığı bu lüks yörede, erkekler ortalamanın altında çirkin ve biçimsizdirler. Ama ya kadınlar! Onlar birer düş yaratığıdır sanki... Hepsi sarışın fıstık, hepsi Jane Fonda'nın aerobik kurslarından çıkmış gibi incecik rüya yaratıkları... Üstelik bu kadınların tek amacı, erkeklerinin mutluluğudur. Tek varlık nedenleri onlara hizmet etmek, onlara iş hayatlarında destek olmak, evde tek konuyu bile dert etmeyip gönüllerini hoş etmektir. Bu kadınların tek sakıncası vardır; kimi zaman partilerde ya da toplantılarda kurgusu bitmiş zemberek gibi boşanırlar, mekanik hareketlerle havası alınmış Barbie bebekleri gibi yere düşerler. Çünkü ve çünkü... Ama gerisini filmde görün, daha iyi... Bir dönemin ünlü fantastik romanlar yazarı, "Rozmari'nin Bebeği", "Boys from Brazil-Vahşetin Çocukları", "A Kiss Before Dying- Ölmeden Evvel", "Sliver" gibi hepsi film olmuş yapıtların yaratıcısı Ira Levin'in aynı adlı romanı, 1975 yılında da filme alınmıştı. Gerçi sivri dilli eleştirmen Pauline Kael "İlk feminist gotik korku filmi... Ama dünyanın beklediği manifesto olmaktan çok uzak" diye alay etse de film, ilgi görmüştü. Tam 30 yıl sonra yapılan bu yeni uyarlama çok daha gösterişli. Üst düzey bir oyuncu kadrosu, parlak çekimler, Franz Oz gibi tam bir komedi ustası... Ama film makul ölçüde oyalayıcı olmakla birlikte, nedense belleklerde yer edecek bir filme dönüşemiyor. Niye? Bunun yanıtı galiba yine Frank Oz'da. Gerçi senaryoda da çeşitli tereddütler var ama asıl sorun Oz'un konuya yaklaşımı olmuş. Filmin yapımcıları "Hikayenin modern bir Amerikan komedisi yapmak için büyük bir potansiyel taşıdığının farkındayız" demişler. Yönetmen Oz ise "Bu konunun her bakımdan çok romantik olduğunu düşünüyorum" demiş. Demek ki hem komik hem de romantik olacak. Ama ayrıca elbette fantastik yanı da var. Eşinizi her açıdan mükemmel ama "birazcık robot" kadınlarla değiş tokuş etmek tam bir fantastik konu değilse nedir? Böylece film komedi, fantastik ve aşk filmi türleri arasında bocalamış, tam yönünü bulamamış. Yine de çok iyi oynanıyor ve biraz "Truman Show"vari bir hava taşıyor. Ama en azından o film kadar kalıcı olamıyor. Kısacası, tam bir yaz eğlenceliği...

STEPFORD KADINLARI **
(Stepford Wives)
Yönetmen: Frank Oz
Senaryo: Paul Rudnick
Görüntü: Rob Hahn
Müzik: David Arnold
Oyuncular: Nicole Kidman, Matthew Broderick, Bette Midler, Glenn Close, Christopher Walken,Roger Bart, Faith Hill
UİP (Paramount) yapımı.

AŞKLA SEKS (Sexo con Amor)

Tatsız tuzsuz egzotik meyve tadında bir film


Kadın erkek ilişkilerini bir sit-com atmosferi içinde ele alan "Aşkla Seks" yaz sıcağında hiç de serinletmiyor
Evet, müjde... Nur topu gibi bir Şili filmimiz oldu. Yani Latin Amerika'nın Şili ülkesinden ilk kez bir film kalkıp sınırlarımızdan içeri girdi. Festivallerde bile bir Şili filmi görmemiştim, öylesine nadir bulunur bir şey bu! Ama hiç sevinmeyin. Bu filmi izledikten sonra keşke hiç zahmet edip de gelmeseydi, böylece o ırak ülkede farklı ve iyi bir sinema olduğunu en azından hayal edebilirdik, diye düşünebilirsiniz. Dünyanın birçok ülkesinde yıllardır yapıldığı üzere, kadın-erkek ilişkilerini bir TV 'sitcom'u havası içinde ele alan ve araya bol bol seks katan bir film bu... Yaz sıcakları için farklı, egzotik bir hafif erotik komedi iyi gider diye düşünmüş olmalı, filmin getirticileri... Böyle filmlerden diyelim ki İtalya, İspanya, hatta Yunanistan gibi yakın ülkelerde düzinelerle yapılıyor. Örneğin komşu Yunanistan'da son yıllarda büyük hasılatlar yapan "Safe Sex", "Orgasm of the Cow" gibi filmler var. Üstelik, acı ama söyleyelim, o filmlerde özenle seçilmiş güzel insanlar var. Bu filmin oyuncuları bile çirkin... Belki ülkelerinde ünlü oldukları için seçilmişler, ama bu bizi hiç ilgilendirmiyor ki... Velhasıl bu yaz sıcağında bize sunulan bu egzotik meyve yenilir-yutulur şey değil. Gelmese de olurmuş.

AŞKLA SEKS
(Sexo con Amor)Yönetmen: Boris Quercia
Senaryo:Marcos de Aguirre
Görüntü: Antonio Quercia
Müzik: Alvaro Henriquez
Oyuncular: Alvaro Rudolphy, Sigrid Algeria, Patricio Contreras, Maria İzquierdo, Boris Quercia Şili filmi.