Evimizde dolaşan hayaletler
ATİLLA DORSAY
16.01.2010
İşte bir sinema olayı... İsrail kökenli genç bir Amerikan yönetmeninin kendi evinde, arkadaşlarıyla birlikte çektiği ve sadece 11 bin dolara malolan bir filmin, üç yıllık bir maceradan sonra Paramount şirketince dağıtılması ve 100 milyon doları aşan hasılatıyla rekor kırması... Ama işte böyle. Çok filme nasip olmaz belki ama en azından Blair Witch Cadısı örneğinden yola çıkıp yapılan bu filme nasip olmuş. Çünkü film gerçekten ürkünç. Hele Blair Witch balonuyla kıyaslanmaz bile... Genç bir çiftin başbaşa yaşadıkları eve giren kamerayla birlikte önceden farketmedikleri garip şeyler (gürültüler, feryatlar, ayak izleri, eski resimler, vs) duyup görmeye başlamaları ve giderek evde varolduklarına inandıkları bir ruh (ya da cin) tarafından tutsak edilmeleri... Genç yönetmen Peli, tümüyle dijital çekilmiş, kalitesiz görüntülerden oluşan filminde belki çok yeni bir şey söylemiyor. Öyle ya, genç bir kıza bela olan ruh öyküsü bizde bile anlatıldı (Musallat filminde). Ama yönetmenin kamerasına egemenliği, korku efektlerini gıdım gıdım ama ustaca kullanışı ve adeta üç kuruşluk malzemeyle eriştiği ürkünçlük düzeyi yadsınamaz. Hele o final... Demek ki, korkunun gerçek meraklı-larına yine sinema yolları gözüktü!
PARANORMAL ACTIVITY ***
Yönetim ve senaryo: Oren Peli
Görüntü: Denis Rouden
Oyuncular: Katie Featherston, Mark Fredrichs, Ashley Palmer. Amerikan filmi.
16 Ocak 2010 Cumartesi
KİM KİMİNLE NEREDE? (Whatever Works)
Allen'ın yaş farkına dayalı aşk komedisi
ATİLLA DORSAY
16.01.2010
Woody Allen yine formunda. Ve bizlere 75 yaşından beklenmeyecek kadar şen, zıpır ve alaycı bir film sunuyor. Ancak öylesine tipik bir Allen filmi ki bu, benim gibi sevenlerini mest ederken, sevmeyenlerini çileden çıkarabilir! Allen yıllar önce yazdığı bu senaryoyu olasılıkla kendisi için düşünmüştü. (Gerçi ünlü TV kişiliği Larry David için yazdığını söyleyenler de var). Filmdeki Boris karakteri öylesine Woody benzeri ki... Alaycı, sarkastik, geveze, gözlemci... Tüketim toplumunu zekasıyla yerle bir etmeye çalışırken, modern sanattan modern ahlaka, kapitalizmden modası geçmiş sosyalizme, sanat sinemasından rock müziğe herşeyi hedef tahtasına yerleştiren keskin bir zekâ. Bulduğu herkese (bu arada nasılsa gördüğü biz seyircilere!) sürekli hayat dersleri vermeyi seviyor. Bunca laf ebeliği, yer yer yorucu da olabiliyor. Ama esprilerin tadına vardığınız anda, film saat gibi işliyor. New York'daki oldukça sefil dairesinde bohem hayatı sürmeyi seçmiş eski fizik bilgini Boris Yellnikoff (bir zamanlar Nobel'in eşiğine bile gelmiştir), artık günlerini bir avuç dostuyla kahvede gevezelik etmek veya parklarda satranç dersleri vermekle geçirir. Ama günün birinde sokakta rastladığı tümüyle çaresiz gözüken bir taşralı kızı evine aldığında, işler değişir. Melodie hayata pembe gözlüklerle bakan cıvıl cıvıl bir genç kızdır. Kaşarlanmış ve acılaşmış Boris'e kimi dersler vermeyi başarırken, Boris de genç kıza çok şey öğretecektir. Tipik bir vodvil konusundan yola çıkan film, yine de çok özgün olmayı beceriyor. Yaşlılığın hüznüyle gençliğin enerjisi kadar, New York Yahudi mizahıyla tipik bir Avrupalı bakışı da ustalıkla harman ediliyor. Kendisi de verimli bir yazar/yönetmen ve oyuncu olan ve TV'de Seinfeld dizisinin yönetmeni olarak parlayan Larry David'in de katkıları var kuşkusuz... Ama birçok şey, tipik Allen. Örneğin klasik sinema sevgisi: Sinema perdesine yansıyan Welles filmi Touch of Evil'dan (Bitmeyen Balayı) Fransız filmlerine övgüye... Eşcinselliğe bakış ise sanki Blake Edwards'ı (özellikle Victor Victoria'yı) akla getiriyor. Üstelik yaşlı erkek-genç kadın ilişkisi zaten Allen'in hayat hikâyesi değil mi? Diane Keaton'dan Mia Farrow'a veya hâlâ eşi olan Koreli Soon-Yi §Previn'e? Ve de kimi unutulmaz sahneler. Örneğin Beethoven'in 5. Senfoni'si başladığı anda, o ünlü dört vuruşun hemen ardından kapının da aynı tempoyla vurulması... Veya New York'ta aşkı, sanatı ve fotoğrafçılığı keşfeden taşralı annenin, sonunda tam bir bohem ressama dönüşmesi. Yok yok, önyargılarınızı unutup bu filme bir göz atın...
KİM KİMİNLE NEREDE? ****
(Whatever Works)
Yönetim ve senaryo: Woody Allen
Görüntü: Harris Savides
Oyuncular: Larry David, Evan Rachel Wood, Patricia Clarkson, Ed Begley Jr., Adam Brooks. Amerikan filmi.
ATİLLA DORSAY
16.01.2010
Woody Allen yine formunda. Ve bizlere 75 yaşından beklenmeyecek kadar şen, zıpır ve alaycı bir film sunuyor. Ancak öylesine tipik bir Allen filmi ki bu, benim gibi sevenlerini mest ederken, sevmeyenlerini çileden çıkarabilir! Allen yıllar önce yazdığı bu senaryoyu olasılıkla kendisi için düşünmüştü. (Gerçi ünlü TV kişiliği Larry David için yazdığını söyleyenler de var). Filmdeki Boris karakteri öylesine Woody benzeri ki... Alaycı, sarkastik, geveze, gözlemci... Tüketim toplumunu zekasıyla yerle bir etmeye çalışırken, modern sanattan modern ahlaka, kapitalizmden modası geçmiş sosyalizme, sanat sinemasından rock müziğe herşeyi hedef tahtasına yerleştiren keskin bir zekâ. Bulduğu herkese (bu arada nasılsa gördüğü biz seyircilere!) sürekli hayat dersleri vermeyi seviyor. Bunca laf ebeliği, yer yer yorucu da olabiliyor. Ama esprilerin tadına vardığınız anda, film saat gibi işliyor. New York'daki oldukça sefil dairesinde bohem hayatı sürmeyi seçmiş eski fizik bilgini Boris Yellnikoff (bir zamanlar Nobel'in eşiğine bile gelmiştir), artık günlerini bir avuç dostuyla kahvede gevezelik etmek veya parklarda satranç dersleri vermekle geçirir. Ama günün birinde sokakta rastladığı tümüyle çaresiz gözüken bir taşralı kızı evine aldığında, işler değişir. Melodie hayata pembe gözlüklerle bakan cıvıl cıvıl bir genç kızdır. Kaşarlanmış ve acılaşmış Boris'e kimi dersler vermeyi başarırken, Boris de genç kıza çok şey öğretecektir. Tipik bir vodvil konusundan yola çıkan film, yine de çok özgün olmayı beceriyor. Yaşlılığın hüznüyle gençliğin enerjisi kadar, New York Yahudi mizahıyla tipik bir Avrupalı bakışı da ustalıkla harman ediliyor. Kendisi de verimli bir yazar/yönetmen ve oyuncu olan ve TV'de Seinfeld dizisinin yönetmeni olarak parlayan Larry David'in de katkıları var kuşkusuz... Ama birçok şey, tipik Allen. Örneğin klasik sinema sevgisi: Sinema perdesine yansıyan Welles filmi Touch of Evil'dan (Bitmeyen Balayı) Fransız filmlerine övgüye... Eşcinselliğe bakış ise sanki Blake Edwards'ı (özellikle Victor Victoria'yı) akla getiriyor. Üstelik yaşlı erkek-genç kadın ilişkisi zaten Allen'in hayat hikâyesi değil mi? Diane Keaton'dan Mia Farrow'a veya hâlâ eşi olan Koreli Soon-Yi §Previn'e? Ve de kimi unutulmaz sahneler. Örneğin Beethoven'in 5. Senfoni'si başladığı anda, o ünlü dört vuruşun hemen ardından kapının da aynı tempoyla vurulması... Veya New York'ta aşkı, sanatı ve fotoğrafçılığı keşfeden taşralı annenin, sonunda tam bir bohem ressama dönüşmesi. Yok yok, önyargılarınızı unutup bu filme bir göz atın...
KİM KİMİNLE NEREDE? ****
(Whatever Works)
Yönetim ve senaryo: Woody Allen
Görüntü: Harris Savides
Oyuncular: Larry David, Evan Rachel Wood, Patricia Clarkson, Ed Begley Jr., Adam Brooks. Amerikan filmi.
AKLI HAVADA (Up in the Air)
Tüllere sarılmış bir başyapıt
ATİLLA DORSAY
16.01.2010
Ne yaman bir film, ne şaşırtıcı bir sürpriz. Tam anlamıyla sağ gösterip sol vuruyor. Sıradan, hatta hafiften sıkıntılı bir romantik komedi gibi başlıyor. Ama bir süre sonra yaşamsal temalara uzanıyor ve umulmadık düzeyde önemli dersler veriyor. Eğlendirmeyi de unutmaksızın... Film bizlere orta yaşı aşmak üzere olduğu halde hâlâ çok yakışıklı ve enerjik bir adamı tanıtıyor. İşi, ekonomik kriz çerçevesinde küçülen şirketler için ABD'yi bir ucundan öbürüne dolaşmak ve işten çıkarılanlara bu müjdeyi vermektir. En zararsız biçimde olmasına gayret ederek... Ama yine de zararı kesinlikle önleyemez: Kimileri intihara dek giden... Bu arada hayatına iki kadın birden girer. Biri, uçuşlarında tanışıp kısa süreli maceralar yaşadığı çekici kadınların bir yenisi. Ötekisi ise şirkette tasarruf yapmaya çalışan ve bu nedenle kendi bitmeyen seyahatlerini bitirmeye azmetmiş safça bir genç kız... Film, sırtını çok sağlam bir romana dayamış. Senaryo öylesine iyi yazılmış ki... Tüm sıradanlığı içinde başlayan hikâye, giderek modern sanayi toplumlarındaki insan yalnızlığının sergilenmesine dönüşüyor. Oradan da kapitalizmin amansız bir eleştirisinde, sanki Michael Moore'la buluşuyor. Çağdaş bir Clark Gable gibi duran George Clooney'nin harika biçimde yansıttığı Ryan Bingham karakteri, aslında tümüyle insaf dışı olan işini incelikle yapmaya çalışırken, hayatındaki boşluğu kavramaya başlıyor. Çünkü gününü gün etmek iyidir de, herkes için, hatta en güzel/yakışıklı ve en kendinden emin olanlarımız için bile, yalnızlık korkulacak bir akıbettir ve bir aşk, bir eş, bir yuva arayışı neredeyse kutsaldır. Film çok verilmiş bu mesajı, çok işlenmiş bu temayı taptaze ve zekice sunmanın meyvalarını topluyor. Filmde yer yer sağlam gözlemlere dayanan unutulmaz bölümler var. Örneğin tüm o evlenme bölümü, başlı başına bir mini başyapıt. Tüm uçak ve havaalanı bölümleri de ustaca tasarlanıp çekilmiş. Oyuncularsa çok iyi. Tüllere sarılıp gizlenmiş bu başyapıtı keşfetmeye çalışın.
AKLI HAVADA ****
(Up in the Air)
Yönetmen: Jason Reitman
Senaryo: J. Reitman, Sheldon Turner
Görüntü: Eric Steelberg Müzik: Rolfe Kent
Oyuncular: George Clooney, Vera Farmiga, Anna Kendrick, Jason Bateman, Amy Morton, J.K. Simmons, Sam Elliott. Amerikan filmi.
ATİLLA DORSAY
16.01.2010
Ne yaman bir film, ne şaşırtıcı bir sürpriz. Tam anlamıyla sağ gösterip sol vuruyor. Sıradan, hatta hafiften sıkıntılı bir romantik komedi gibi başlıyor. Ama bir süre sonra yaşamsal temalara uzanıyor ve umulmadık düzeyde önemli dersler veriyor. Eğlendirmeyi de unutmaksızın... Film bizlere orta yaşı aşmak üzere olduğu halde hâlâ çok yakışıklı ve enerjik bir adamı tanıtıyor. İşi, ekonomik kriz çerçevesinde küçülen şirketler için ABD'yi bir ucundan öbürüne dolaşmak ve işten çıkarılanlara bu müjdeyi vermektir. En zararsız biçimde olmasına gayret ederek... Ama yine de zararı kesinlikle önleyemez: Kimileri intihara dek giden... Bu arada hayatına iki kadın birden girer. Biri, uçuşlarında tanışıp kısa süreli maceralar yaşadığı çekici kadınların bir yenisi. Ötekisi ise şirkette tasarruf yapmaya çalışan ve bu nedenle kendi bitmeyen seyahatlerini bitirmeye azmetmiş safça bir genç kız... Film, sırtını çok sağlam bir romana dayamış. Senaryo öylesine iyi yazılmış ki... Tüm sıradanlığı içinde başlayan hikâye, giderek modern sanayi toplumlarındaki insan yalnızlığının sergilenmesine dönüşüyor. Oradan da kapitalizmin amansız bir eleştirisinde, sanki Michael Moore'la buluşuyor. Çağdaş bir Clark Gable gibi duran George Clooney'nin harika biçimde yansıttığı Ryan Bingham karakteri, aslında tümüyle insaf dışı olan işini incelikle yapmaya çalışırken, hayatındaki boşluğu kavramaya başlıyor. Çünkü gününü gün etmek iyidir de, herkes için, hatta en güzel/yakışıklı ve en kendinden emin olanlarımız için bile, yalnızlık korkulacak bir akıbettir ve bir aşk, bir eş, bir yuva arayışı neredeyse kutsaldır. Film çok verilmiş bu mesajı, çok işlenmiş bu temayı taptaze ve zekice sunmanın meyvalarını topluyor. Filmde yer yer sağlam gözlemlere dayanan unutulmaz bölümler var. Örneğin tüm o evlenme bölümü, başlı başına bir mini başyapıt. Tüm uçak ve havaalanı bölümleri de ustaca tasarlanıp çekilmiş. Oyuncularsa çok iyi. Tüllere sarılıp gizlenmiş bu başyapıtı keşfetmeye çalışın.
AKLI HAVADA ****
(Up in the Air)
Yönetmen: Jason Reitman
Senaryo: J. Reitman, Sheldon Turner
Görüntü: Eric Steelberg Müzik: Rolfe Kent
Oyuncular: George Clooney, Vera Farmiga, Anna Kendrick, Jason Bateman, Amy Morton, J.K. Simmons, Sam Elliott. Amerikan filmi.
KAPTAN FEZA
Ümit Ünal'dan kara-film denemesi
ATİLLA DORSAY
ATİLLA DORSAY
16.01.2010
Ümit Ünal verimli bir döneme girdi. Bir Hasan Ali Toptaş uyarlamasından (Gölgedekiler) sonra, bu kez bir tür kara-film denemesine soyunuyor. Ama adının ima ettiği gibi fantezi yanı güçlü bir komedi değil, hayli romantik, hatta lirik olmaya çalışan bir film bu... Film, bir mafya patronunun yanında vurucu olarak çalışan 40 yaşlarında bir adamın öyküsü. Patronun, adamlarından birine kaçan sevgilisini infaz etmek için yolladığı iki kişiden biri. Ama işler karışıyor ve kahramanımız kendisini bir çanta dolusu parayla birlikte, İstanbul'un kıyısında küçük bir evin içinde buluyor: yaralı olarak... Evde yaşlı bir kadınla birlikte sürekli TV ekranında aynı eski Türk filmini izleyen altı yaşlarındaki küçük kız torunu ve bir de genç kız vardır. Çocuk onu filmdeki Kaptan Feza sanıyor çünkü kaptanı adamın eskiden oyunculuğu denemiş olan rahmetli babası oynamaktadır! Bu arada patron ve adamları elbette paranın peşine düşecektir. Film, düzgün biçimde anlatılmış bir polisiye olmaktan öteye gitmiyor. Ünal'ın asıl sorunu, gerçekçi bir polisiyeyle gerçeküstücü yanları olan ve fantezi de içeren özgün bir kıvam arasında duraksaması olmuş. Keşke ikincisini seçseydi... Yönetmenin mekân kullanımı, kadrajları ve kendi senaryosunu resimlemesinde herhangi bir hata yok. Ama pek bir özellik de yok. Hakan Karahan geç başladığı sinemada bu yaştan sonra yıldız olur mu, şüpheli. Ama bakışlarıyla oynayan güvenilir bir oyuncu olduğu söylenebilir. Deneyimli Meral Okay'ın yanısıra, evdeki genç ve küçük kızları oynayan Mine Tugay ve Dila Bölükbaş umut vaad eden yeni yüzler. Bir Philip Glass tınısıyla, hiç durmadan dım-dım çalan tekdüze bir fon müziği ve sıradan görüntüler, pek bir katkıda bulunmuyor. Rahatça izlenen ama iz bırakmayan bir film...
KAPTAN FEZA **
Yönetim ve senaryo: Ümit Ünal
Görüntü: Feza Çaldıran Müzik: Candan Erçetin, Alper Erinç
Oyuncular: Hakan Karahan, Meral Okay, Ahmet Mümtaz Taylan, Mine Tugay, Dila Bölükbaş, Umut Karadağ, Caddaş Söz, Mustafa Uzunyılmaz, Ebru Demirci. Narsist Film yapımı.
ATİLLA DORSAY
ATİLLA DORSAY
16.01.2010
Ümit Ünal verimli bir döneme girdi. Bir Hasan Ali Toptaş uyarlamasından (Gölgedekiler) sonra, bu kez bir tür kara-film denemesine soyunuyor. Ama adının ima ettiği gibi fantezi yanı güçlü bir komedi değil, hayli romantik, hatta lirik olmaya çalışan bir film bu... Film, bir mafya patronunun yanında vurucu olarak çalışan 40 yaşlarında bir adamın öyküsü. Patronun, adamlarından birine kaçan sevgilisini infaz etmek için yolladığı iki kişiden biri. Ama işler karışıyor ve kahramanımız kendisini bir çanta dolusu parayla birlikte, İstanbul'un kıyısında küçük bir evin içinde buluyor: yaralı olarak... Evde yaşlı bir kadınla birlikte sürekli TV ekranında aynı eski Türk filmini izleyen altı yaşlarındaki küçük kız torunu ve bir de genç kız vardır. Çocuk onu filmdeki Kaptan Feza sanıyor çünkü kaptanı adamın eskiden oyunculuğu denemiş olan rahmetli babası oynamaktadır! Bu arada patron ve adamları elbette paranın peşine düşecektir. Film, düzgün biçimde anlatılmış bir polisiye olmaktan öteye gitmiyor. Ünal'ın asıl sorunu, gerçekçi bir polisiyeyle gerçeküstücü yanları olan ve fantezi de içeren özgün bir kıvam arasında duraksaması olmuş. Keşke ikincisini seçseydi... Yönetmenin mekân kullanımı, kadrajları ve kendi senaryosunu resimlemesinde herhangi bir hata yok. Ama pek bir özellik de yok. Hakan Karahan geç başladığı sinemada bu yaştan sonra yıldız olur mu, şüpheli. Ama bakışlarıyla oynayan güvenilir bir oyuncu olduğu söylenebilir. Deneyimli Meral Okay'ın yanısıra, evdeki genç ve küçük kızları oynayan Mine Tugay ve Dila Bölükbaş umut vaad eden yeni yüzler. Bir Philip Glass tınısıyla, hiç durmadan dım-dım çalan tekdüze bir fon müziği ve sıradan görüntüler, pek bir katkıda bulunmuyor. Rahatça izlenen ama iz bırakmayan bir film...
KAPTAN FEZA **
Yönetim ve senaryo: Ümit Ünal
Görüntü: Feza Çaldıran Müzik: Candan Erçetin, Alper Erinç
Oyuncular: Hakan Karahan, Meral Okay, Ahmet Mümtaz Taylan, Mine Tugay, Dila Bölükbaş, Umut Karadağ, Caddaş Söz, Mustafa Uzunyılmaz, Ebru Demirci. Narsist Film yapımı.
PITIRCIK (Le Petit Nicholas)
Belçika mizahından evrensel güldürüye
ATİLLA DORSAY
ATİLLA DORSAY
16.01.2010
Rene Goscinny ile Jean-Jacques Sempe ikilisini, ilkinin yazıp ikincisinin resimlediği çok ünlü çizgiromanlarla tanıyoruz: Asterix veya Red Kit gibi. Bu kez roman olarak kalan çok ünlü bir çocuk eseri söz konusu. Bu sekiz kitaplık seriye ben yaşım gereği ilgi duymadım. Ama küçük Nicholas'nın bizde Pıtırcık olduğunu ve bu kitapların birkaç kuşaktır çok okunduğunu biliyorum. Ve işte bunlardan yapılan ilk film ülkemizde. Film, küçük Pıtırcık'ı bize tüm çevresiyle tanıtıyor. Şefkatli ama beceriksiz bir anne, şair görünüşlü, oysa bir büroda çalışan ve patronunun gözüne girmeye çabalayan dalgın bir baba. Birbirinden eksantrik ve sevimli okul arkadaşları, hocaları ve mahalle esnafı. Öylesine hoş bir mahalle ki, karşımızda sanki bir çizgi-romandan fırlamış gibi duruyor. Film, Goscinny-Sempe ikilisinin önceden bildiğimiz ortak yapıtları düzeyinde. Son derece akıcı bir mizahı, çizgiromana yakın bir görselliği ve karikatürle gerçek arası oyuncuları var. Ve de araba yarışı veya akşam yemeği gibi gerçekten güldüren bölümleri. Film, bu bereketli haftanın tek çocuk filmi olmakla kalmıyor, son günlerdeki yerli komedi furyasında çaresiz kalan ve çocuklarını götürüp götürmemeye karar veremeyen ana-babalar için mükemmel bir alternatif oluşturuyor. Hiçbir küfür veya kabalığa başvurmadan güldürmesiyle...
PITIRCIK ***
(Le Petit Nicholas)
Yönetmen: Laurent Tirard
Senaryo: L. Tirard, Gregoire Vigneron
Görüntü: Denis Rouden Müzik: Klaus Badelt
Oyuncular: Maxime Godart, Valerie Lemercier, Kad Merad, Sandrine Kiberlain, Daniel Prevost, Michel Galabru, Anemone. Fransız filmi.
ATİLLA DORSAY
ATİLLA DORSAY
16.01.2010
Rene Goscinny ile Jean-Jacques Sempe ikilisini, ilkinin yazıp ikincisinin resimlediği çok ünlü çizgiromanlarla tanıyoruz: Asterix veya Red Kit gibi. Bu kez roman olarak kalan çok ünlü bir çocuk eseri söz konusu. Bu sekiz kitaplık seriye ben yaşım gereği ilgi duymadım. Ama küçük Nicholas'nın bizde Pıtırcık olduğunu ve bu kitapların birkaç kuşaktır çok okunduğunu biliyorum. Ve işte bunlardan yapılan ilk film ülkemizde. Film, küçük Pıtırcık'ı bize tüm çevresiyle tanıtıyor. Şefkatli ama beceriksiz bir anne, şair görünüşlü, oysa bir büroda çalışan ve patronunun gözüne girmeye çabalayan dalgın bir baba. Birbirinden eksantrik ve sevimli okul arkadaşları, hocaları ve mahalle esnafı. Öylesine hoş bir mahalle ki, karşımızda sanki bir çizgi-romandan fırlamış gibi duruyor. Film, Goscinny-Sempe ikilisinin önceden bildiğimiz ortak yapıtları düzeyinde. Son derece akıcı bir mizahı, çizgiromana yakın bir görselliği ve karikatürle gerçek arası oyuncuları var. Ve de araba yarışı veya akşam yemeği gibi gerçekten güldüren bölümleri. Film, bu bereketli haftanın tek çocuk filmi olmakla kalmıyor, son günlerdeki yerli komedi furyasında çaresiz kalan ve çocuklarını götürüp götürmemeye karar veremeyen ana-babalar için mükemmel bir alternatif oluşturuyor. Hiçbir küfür veya kabalığa başvurmadan güldürmesiyle...
PITIRCIK ***
(Le Petit Nicholas)
Yönetmen: Laurent Tirard
Senaryo: L. Tirard, Gregoire Vigneron
Görüntü: Denis Rouden Müzik: Klaus Badelt
Oyuncular: Maxime Godart, Valerie Lemercier, Kad Merad, Sandrine Kiberlain, Daniel Prevost, Michel Galabru, Anemone. Fransız filmi.
SHERLOCK HOLMES
Ünlü hafiye Holmes'un yeni gençliği
ATİLLA DORSAY
16.01.2010
Sherlock Holmes dönüyor. Sir Conan Doyle'un 19. yüzyıl sonlarından itibaren yarattığı ünlü hafiyenin serüvenleri, sinemada hep ilgi görmüştü. Özellikle 40'larda Universal şirketi, Basil Rathbone-Nigel Bruce ikilisinin Holmes ve ayrılmaz arkadaşı doktor Watson'u oynadıkları bir seri küçük film çekmişti. Sonra bu serüvenler daha ciddi ilgilere de konu oldu. Billy Wilder'in unutulmaz Sherlock Holmes'un Özel Yaşamı gibi. Yıllar önce Ateşten Kalbe, Akıldan Dumana ve Kapışma filmleriyle tanıdığımız, bir dönemde kendisini eşi Madonna'ya adayan ve en son RocknRolla adlı çok hoş filmi sinemalara gelmeden DVD'si çıkan Guy Ritchie'nin yeni filmi, bu özel kişiliğe çok modern bir yaklaşım getiriyor. İnternette dendiği gibi "bu artık dedenizin Sherlok Holmes'u değil..." Peki kimin Sherlock Holmes'u? Ünlü detektifin tipik İngiliz bir polisiye atmosferi içinde, karanlık ve şüpheli bir Victoria dönemi Londra'sında suçlular, katiller, dâhi kriminellerle yaşadığı serüvenler hep ilgi çekecek türden değil mi? Kuşkusuz öyle. Bu kez Holmes ve Watson, şeytani törenlerle adam öldüren ve 'kara büyü' yapan bir soyluyu, son cinayeti üzerinde yakalayıp idama gönderiyorlar. Ama bir süre sonra adamın mezarında olmadığı farkediliyor. Lord Blackwood gerçekten de mezardan kaçmıştır ve hedefi ünlü İngiliz parlamentosu olan yeni bir kitlesel kıyım hazırlamaktadır. Bu arada Irene Adler adlı çok çekici bir kadın suçlu da Holmes'un yanıbaşında yer alır. Film, son dönemin en 'stilize' aksiyonlarından biri. Açılıştan itibaren film ekibinin yarattığı 19. yüzyıl Londra'sı bir sinema harikası olarak karşımıza çıkıyor. Holmes'u yalnız düşünen değil, gayet iyi dövüşen bir eylem adamı olarak sunan tüm aksiyon sahneleri görkemli, milimetrik bir kurguyla verilmiş tüm o kavgadövüş bölümleri baş döndürücü. Özellikle Holmes'un en kritik anlarda stratejisini kafasında planlaması, süper-hızlı bir kurguyla veriliyor ve sonra eylem gerçekleşiyor. Bu buluş da hoş. Oyuncular ise süper. Robert Downey Jr. ve Jude Law ikilisi öylesine bir uyum içinde ki... Ara yerde karı-koca kavgalarını andıran sürtüşmeleri de hayli leziz. Acaba onlar, kimi zaman iddia edildiği gibi gerçek bir "çift" miydiler? Aradaki kadınlara karşın, bu hiç de imkânsız gözükmüyor! Ama bu gerçekten de belki biraz aşırı modern bir yorum. Öyle ki, o pek ünlü "Elemanter, sevgili Watson" lafı bile bir kez olsun geçmiyor! Ayrıca kendi adıma Holmes'in o üstün zekasıyla yaptığı çözümlemelerin, küçücük ayrıntıları gözlemleyip tümevarım yöntemiyle sonuca ulaşmasının filmdeki gibi ultra-hızlı biçimde değil, daha tadını çıkara çıkara verilmesini, seyirciye bunlar üzerinde düşünme payı bırakılmasın tercih ederdim. Çünkü tüm bu tür romanlardaki gibi, işin özü ve eserin en keyifli anı budur. Ama işte, modernleştirme böyle bir şey: Bir kez başlarsanız duramazsınız ve o çaba sizi alıp sürükler...
SHERLOCK HOLMES ***
(Sherlock Holmes)
Yönetmen: Guy Ritchie
Senaryo: Michael Robert Johnson, Anthony Peckham, Simon Kinberg
Görüntü: Philippe Rousselot Müzik: Hans Zimmer
Oyuncular: Robert Downey Jr., Rachel McAdams, Jude Law, Mark Strong, Kelly Reilly, Eddie Marsan, James Fox. Warner Bros filmi.
ATİLLA DORSAY
16.01.2010
Sherlock Holmes dönüyor. Sir Conan Doyle'un 19. yüzyıl sonlarından itibaren yarattığı ünlü hafiyenin serüvenleri, sinemada hep ilgi görmüştü. Özellikle 40'larda Universal şirketi, Basil Rathbone-Nigel Bruce ikilisinin Holmes ve ayrılmaz arkadaşı doktor Watson'u oynadıkları bir seri küçük film çekmişti. Sonra bu serüvenler daha ciddi ilgilere de konu oldu. Billy Wilder'in unutulmaz Sherlock Holmes'un Özel Yaşamı gibi. Yıllar önce Ateşten Kalbe, Akıldan Dumana ve Kapışma filmleriyle tanıdığımız, bir dönemde kendisini eşi Madonna'ya adayan ve en son RocknRolla adlı çok hoş filmi sinemalara gelmeden DVD'si çıkan Guy Ritchie'nin yeni filmi, bu özel kişiliğe çok modern bir yaklaşım getiriyor. İnternette dendiği gibi "bu artık dedenizin Sherlok Holmes'u değil..." Peki kimin Sherlock Holmes'u? Ünlü detektifin tipik İngiliz bir polisiye atmosferi içinde, karanlık ve şüpheli bir Victoria dönemi Londra'sında suçlular, katiller, dâhi kriminellerle yaşadığı serüvenler hep ilgi çekecek türden değil mi? Kuşkusuz öyle. Bu kez Holmes ve Watson, şeytani törenlerle adam öldüren ve 'kara büyü' yapan bir soyluyu, son cinayeti üzerinde yakalayıp idama gönderiyorlar. Ama bir süre sonra adamın mezarında olmadığı farkediliyor. Lord Blackwood gerçekten de mezardan kaçmıştır ve hedefi ünlü İngiliz parlamentosu olan yeni bir kitlesel kıyım hazırlamaktadır. Bu arada Irene Adler adlı çok çekici bir kadın suçlu da Holmes'un yanıbaşında yer alır. Film, son dönemin en 'stilize' aksiyonlarından biri. Açılıştan itibaren film ekibinin yarattığı 19. yüzyıl Londra'sı bir sinema harikası olarak karşımıza çıkıyor. Holmes'u yalnız düşünen değil, gayet iyi dövüşen bir eylem adamı olarak sunan tüm aksiyon sahneleri görkemli, milimetrik bir kurguyla verilmiş tüm o kavgadövüş bölümleri baş döndürücü. Özellikle Holmes'un en kritik anlarda stratejisini kafasında planlaması, süper-hızlı bir kurguyla veriliyor ve sonra eylem gerçekleşiyor. Bu buluş da hoş. Oyuncular ise süper. Robert Downey Jr. ve Jude Law ikilisi öylesine bir uyum içinde ki... Ara yerde karı-koca kavgalarını andıran sürtüşmeleri de hayli leziz. Acaba onlar, kimi zaman iddia edildiği gibi gerçek bir "çift" miydiler? Aradaki kadınlara karşın, bu hiç de imkânsız gözükmüyor! Ama bu gerçekten de belki biraz aşırı modern bir yorum. Öyle ki, o pek ünlü "Elemanter, sevgili Watson" lafı bile bir kez olsun geçmiyor! Ayrıca kendi adıma Holmes'in o üstün zekasıyla yaptığı çözümlemelerin, küçücük ayrıntıları gözlemleyip tümevarım yöntemiyle sonuca ulaşmasının filmdeki gibi ultra-hızlı biçimde değil, daha tadını çıkara çıkara verilmesini, seyirciye bunlar üzerinde düşünme payı bırakılmasın tercih ederdim. Çünkü tüm bu tür romanlardaki gibi, işin özü ve eserin en keyifli anı budur. Ama işte, modernleştirme böyle bir şey: Bir kez başlarsanız duramazsınız ve o çaba sizi alıp sürükler...
SHERLOCK HOLMES ***
(Sherlock Holmes)
Yönetmen: Guy Ritchie
Senaryo: Michael Robert Johnson, Anthony Peckham, Simon Kinberg
Görüntü: Philippe Rousselot Müzik: Hans Zimmer
Oyuncular: Robert Downey Jr., Rachel McAdams, Jude Law, Mark Strong, Kelly Reilly, Eddie Marsan, James Fox. Warner Bros filmi.
4 Ocak 2010 Pazartesi
REST (The Card Player)
![]() | ![]() | |
![]() |
![]() | |||
Cinayetlerin ardındaki sır perdesi |
|
Polisle kedinin fareyle oynadığı gibi oynayan seri katilin hikayesi yönetmenin eski filmlerini aratıyor.
Dario Argento dönüyor. Ama 64 yaşındaki (1940 doğumlu) yönetmen, bu yeni filminde, bırakınız asıl ününü yapan "Kristal Tüylü Kuş", "Dokuz Kuyruklu Kedi" ya da "Suspiria" gibi filmleri, son döneminin "Opera" ya da "Stendhal Sendromu" gibi filmlerini bile mumla aratıyor. Roma'nın göbeğinde, hemen tümüyle İtalyan oyuncularla, ama nedense İngilizce çekilmiş bu film, polisle kedinin fareyle oynadığı gibi oynayan bir 'seri katil'in öyküsünü anlatıyor. Kaçırdığı tercihen turist genç kadınların hayatı konusunda polisle bilgisayarda poker oynamayı seven çılgın katilin peşindeki çember git gide daralıyor. Ve de- Argento'nun yine belli bir mekan duygusu var. Özellikle Roma sokak ya da meydanlarını (tercihen gece) gösteren, bir şatonun ya da evin içinde çekilmiş kimi bölümlerde... Ama hikayesi ayakta durmuyor, oyuncuları birbirinden kötü, üstelik ölen kadınların cesetleri üzerinde yapılan 'inceleme' sahneleri, gerçekten de hiçbir yüreğin kaldıracağı cinsten değil. Korku sinemasının usta sayılmasa da bir zamanlar belli ölçüde ilgi görmüş bu eski bezirganına artık veda zamanı geldi galiba...
REST *
(The Card Player) Yönetmen: Dario Argento
Senaryo: Franco Ferrini, D. Argento
Görüntü: Benoit Debie
Müzik: Claudio Simonetti
Oyuncular: Liam Cunningham, Stefania Roc
MAHREM ŞEYLER
FELSEFİ EROTİZM DENEMESİ
Duyurularında "Cahiers de Cinema'nın (ünlü Fransız sinema dergisi) 2002 yılının en iyi Fransız filmi seçtiği yapım" diye tanıtılan "Mahrem Şeyler" ise bir başka alem. Daha önceki bir avuç filmiyle oldukça saygın bir konuma ulaşan Jean- Claude Brisseau, bu filmle sanki kendi "Gözler Tamamen Kapalı"sını yapmak istemiş. Bir gece kulübündeki son derece erotik bir soyunma sahnesiyle başlayıp iki genç kadının hayatı ve daha mahrem şeyleri paylaşma serüveni gibi devam eden film, sonra sırasıyla büro entrikaları, mesleki hırs ve yükselme, polisiye ve de en son felsefierotik bir deneme gibi farklı üsluplara kayıyor. Ama ne yaparsa yapsın, hiçbir biçimde inandırıcı olamıyor. Aynı biçimde, gerçek anlamıyla erotik, felsefi veya gerilimli de olamadığı ve en çok komik olduğu söylenebilir. Film, kimi ilginç öğelere karşın başarısızlığa daha yakın. Ve bence amaçladığı Kubrick başyapıtından çok, bir zamanların "Emmanuelle" ve benzeri Fransız seks filmlerine daha çok benziyor. Saygın Cahiers du Cinema'nın bu filme niye böyle paye verdiği ise, benim için tam bir muamma olarak kalacak!
MAHREM ŞEYLER **
(Choses Secretes) Yönetim ve senaryo: Jean- Claude Brisseau
Görüntü: Wilfrid Sempe
Müzik: Julian Civagne
Oyuncular: Coralie Revel, Sabrina Seyvecou, Roger Mirmont, Fabrice Deville Fransız filmi.
Duyurularında "Cahiers de Cinema'nın (ünlü Fransız sinema dergisi) 2002 yılının en iyi Fransız filmi seçtiği yapım" diye tanıtılan "Mahrem Şeyler" ise bir başka alem. Daha önceki bir avuç filmiyle oldukça saygın bir konuma ulaşan Jean- Claude Brisseau, bu filmle sanki kendi "Gözler Tamamen Kapalı"sını yapmak istemiş. Bir gece kulübündeki son derece erotik bir soyunma sahnesiyle başlayıp iki genç kadının hayatı ve daha mahrem şeyleri paylaşma serüveni gibi devam eden film, sonra sırasıyla büro entrikaları, mesleki hırs ve yükselme, polisiye ve de en son felsefierotik bir deneme gibi farklı üsluplara kayıyor. Ama ne yaparsa yapsın, hiçbir biçimde inandırıcı olamıyor. Aynı biçimde, gerçek anlamıyla erotik, felsefi veya gerilimli de olamadığı ve en çok komik olduğu söylenebilir. Film, kimi ilginç öğelere karşın başarısızlığa daha yakın. Ve bence amaçladığı Kubrick başyapıtından çok, bir zamanların "Emmanuelle" ve benzeri Fransız seks filmlerine daha çok benziyor. Saygın Cahiers du Cinema'nın bu filme niye böyle paye verdiği ise, benim için tam bir muamma olarak kalacak!
MAHREM ŞEYLER **
(Choses Secretes) Yönetim ve senaryo: Jean- Claude Brisseau
Görüntü: Wilfrid Sempe
Müzik: Julian Civagne
Oyuncular: Coralie Revel, Sabrina Seyvecou, Roger Mirmont, Fabrice Deville Fransız filmi.
MARIE VE JULIEN'İN HİKAYESİ
Temmuzun bu bereketli haftasında gösterime çıkan tam 7 filmin içinde iki de Fransız olanı var. Ama aslında sevdiğimiz bu sinemadan gelen farklı filmlerin ikisi de çok matah şeyler değil. 1960'lardan beri film çeken Yeni-Dalga'cı Jacques Rivette, hala aynı şeyleri yapıyor. Yani çok uzun filmler boyu anlatılmış (bu filmi 2 buçuk saat) kadın-erkek ilişkileri ve kimi yadırgatıcı temalar da içeren bol diyalog. Bu kez emektar yönetmen, işin içine iki ayrı düzlemi, gerçek hayatla nasılsa gelip ona karışan 'hayaletler düzlemi'ni katıyor. Gümrüksüz Çin kumaşları getiren bir kadına şantaj yapmak (!) ve eski saatleri onarmakla vakit geçiren bir adam, eskiden tanıyıp unutamadığı bir kadına rastlıyor ve onunla hayatını paylaşmayı deniyor. Ama kadının bir gizemi vardır ve üstelik bu gizemi paylaşanlar da az değildir. Rivette'in son filmlerini, örneğin yine festivalin gösterdiği "Bil Bakalım"ı pek tutmuyorum. Bu film de iyi oyuncuların varlığına ve kimi çekim ustalıklarına karşın insana çok şey vermiyor ve uzun süresini doğrulamıyor. Ama elbette yine de Rivette Rivette'dir deyip saygı duruşunuzu yerine getirmek isteyenlerdenseniz...
MARIE VE JULIEN'İN HİKAYESİ **
(Histoire de Marie et Julien) Yönetmen: Jacques Rivette
Senaryo: Pascal Bonitzer, Christine Laurent, J. Rivette
Görüntü: William Lubchantsky
Oyuncular: Emmanuelle Beart, Jerzy Radziwilowicz, Anne Brochet, Nicole Garcia Fransız filmi.
MARIE VE JULIEN'İN HİKAYESİ **
(Histoire de Marie et Julien) Yönetmen: Jacques Rivette
Senaryo: Pascal Bonitzer, Christine Laurent, J. Rivette
Görüntü: William Lubchantsky
Oyuncular: Emmanuelle Beart, Jerzy Radziwilowicz, Anne Brochet, Nicole Garcia Fransız filmi.
HAYATIN İÇİNDEN
![]() | ![]() | |
![]() |
![]() | |||
Hayatın unuttuğu ruhlar |
|
Amerikan bağımsız sineması, sistem tarafından emilerek bir ölçüde cazibesini yitirdi. Bu sinemanın Mekke'si sayılan Sundance Festivali'nden ise son yıllarda öyle garip ödüller çıkıyor ki... Ama işte, üç Sundance ödüllü bu film, bu sinemaya olan tüm güveninizi geri getirebilir. Öylesine hoş ve sempatik bir film bu. Kabaca, derin Amerika'da tren yolunun yanıbaşındaki eski istasyon binası çevresinde buluşan üç insanın kesişen öyküleri bu... Biri, 1.35'lik boyuyla herkes tarafından alaya alınmaktan, en azından farklı muamele görmekten bıkmış bir cüce... Öbürü, beklenmedik biçimde kaybettiği küçük oğlu nedeniyle evinden ve kocasından kopmuş ve nerede akşam orada sabah yaşamaya başlamış ortayaşlı bir kadın ressam. Bir diğeriyse, kendisini hasta babasına vakfetmiş, sürekli konuşmak ihtiyacı içindeki İspanyol kökenli ve aşçılıkta usta bir büfe

HAYATIN İÇİNDEN
***
(The Station Agent) Yönetim ve senaryo: Tom McCarthy
Görüntü: Oliver Bokelberg
Müzik: Stephen Trask
Oyuncular: Peter Dinklage, Patricia Clarkson, Bobby Cannavale Alliance Atlantis yapımı.
FİL
Masum ve vahşi |
|
Amerikalı usta yönetmen Gus Van Sant'ın sıradışı filmi "Fil" gençlerin katliamını anlatıyor.
***
Masumiyetin içindeki canavarlık
Amerikan bağımsız sinemasının usta ismi Gus Van Sant'ın sıradışı filmi Fil, bir grup öğrencinin neden olduğu kanlı katliamı anlatıyor.
Gus Van Sant sanki ilk günlerine dönüyor. Amerikan bağımsız sinemasının usta adı, 1952 doğumlu bu ilginç yönetmen, ilk ününü yapan ve genelde gençlik dönemine ve gençlerin sorunlarına Hollywood kalıpları dışında yaklaşan "Drugstore Cowboy", "My Own Private İdaho", "Even Cowgirls Get the Blues" gibi filmlerden sonra, kimilerinin deyişiyle ruhunu şeytana satmış' ve tipik Hollywood tarzı "Can Dostum", "Sapık" (Hitchcock klasiğinin yeniden çevrimi) gibi filmler yapmıştı. Oysa "Fil" onun ilk dönem filmleri gibi genel-geçer seyirci için oldukça sıkıcı, ama alabildiğine taze, sıradışı ve neredeyse deneysel bir film. Michael Moore'un ünlü belgeseli "Benim Cici Silahım"a da esin kaynağı olan Columbine lisesi katliamından yola çıkıyor yönetmen. Aynı olayın bunca farklı iki filme yol açması ne ilginç. Van Sant'in 80 dakikalık filmi de neredeyse bir belgesel. Gündelik yaşamı içinde yakalanmış bir okul, seçilmiş bir avuç öğrencinin karaktere dönüşmeden, daha çok davranışlar sergilenmesi biçiminde sunulan okul-içi etkinlikleri... Aralarından ikisinin yavaş yavaş hissettirilen yönelişleri (hocalardan nefret, okul içinde uyumsuzluk, TV'de izlenen bir Hitler ve nazizm belgeseli, vs) sonucu giriştikleri çılgın öldürme eylemi... Bu kısa, ama güçlü film

ÖPÜŞMENİN HEYECANI
Örneğin kimi olayların iki ayrı çekimle iki farklı yandan gösterilmesi, tüm finalin alışılmış bir aksiyon- gerilim olmaktan çok uzak, ama sanki cehennemi daha iyi duyuran bir sakinlik içinde verilmesi. Ya da benim favori sahnem: Kanlı bir eyleme hazırlanan iki gencecik ve melek yüzlü arkadaşın bunu bir ritüel haline getirmek için birlikte aldıkları 'son duş' ve 'daha önce kimseyi öpmediklerini' hatırlayarak öpüşmeleri. Her türlü erotizmden uzak öylesine şiir yüklü bu sahne, nerdeyse tek başına Gus Van Sant'in ustalığını vermeyi başarıyor.
FİL
***
(Elephant)
Yönetim ve senaryo: Gus Van Sant
Görüntü: Harris Savides
Oyuncular: Alex Frost, Eric Deulen, John Robinson, Elias Mcconnell, Timothy Buttoms
Amerikan filmi.
HAYATIN BENİM
![]() | ![]() | |
![]() |
![]() | |||
Sürprizli ve ölümcül bir gerilim |
|
Polisiye filmlerden, "seri katil"li yapımlardan hoşlanıyorsanız, "Taking Lives-Hayatın Benim" tam size göre. Montreal'in göbeğinde ve kalabalık içinde çekilen bölümler ise çok etkileyici.
Kuzuların Sessizliği" filmini 1990'lar sineması için bir dönüm noktası saymak mümkündür. Sinemada cani/cinayet öyküleri hep anlatılagelmişti, hatta Hakkı Devrim üstadın sevmediği deyimle "seri katiller" de hep vardı. Ama bu film, cinayet/polisiye filmlerde ilk kez böylesine sağlıksız, hastalıklı bir dünya ve o dünyada soluk alan hayal-ötesi bir cani kimliği çizdi. İç bulandırıcı olmaktan, kimi seyircilere kusma arzusu vermekten hiç kaçınmadan... Ve ardından bu tür filmler yağmur gibi geldi. En iyilerinden biri de David Fincher'in "Seven"i olmak üzere... "Hayatın Benim" bu filmlerin yolundan gidiyor. Melek yüzlü bir genç adamın işlediği korkunç bir cinayetle açılıyor film... Sonra onun filmimizin görünmeyen kahramanı olduğunu anlıyoruz; yıllarla birlikte cinayetleri üst üste yığılacaktır. O önlenemez bir katil, iyileşmez bir hasta ruhtur. Ve öldürdüğü her kişinin kimliğine bürünerek onun hayatını yaşamak, böylece bir hayattan öbürüne atlamak da onun yöntemlerinden biridir.
BEKLENENİ VERİYOR
"Hayatın Benim" bu tür bir filmden beklenebilecek, en azından benim beklediğim hemen her şeyi veren bir yapım. Çok satan bir romandan alınan filme romanda olmayan bir kişilik,

HAYATIN BENİM
***
(Taking Lives)
Yönetmen: DJ Caruso
Senaryo: Jon Bokenkamp
Görüntü: Amir Mokri
Müzik: Philip Glass
Oyuncular: Angelina Jolie, Ethan Hawke, Kiefer Sutherland, Gena Rowlands, Olivier Martinez, Tcheky Karyo, Jean- Hugues Anglade Warner Bros yapımı.
STEPFORD KADINLARI
![]() | ![]() | |
![]() |
![]() | |||
Güzeller ama doğal değil |
|
Nicole Kidman, Matthew Broderick, Bette Midler ve Glenn Close'lu dev kadrosuyla dikkat çeken "Stepford Wives- Stepford Kadınları", erkekleri mutlu etmeye programlı kadınlarla dolu bir kasabanın öyküsünü konu alıyor. Angelina Jolie, Ethan Hawke, Kiefer Sutherland, Olivier Martinez'li "Taking Lives-Hayatın Benim" ise haftanın diğer filmi...
***
Erkekleri mutlu etmeye programlı 'suni' kadınlar
Hem komik hem romantik hem de fantastik! "Stepford Wives-Stepford Kadınları" Truman Show"vari bir film. Yazın bu sıcak günleri için ideal bir eğlencelik olabilir.
Stepford kasabası, sanki TV reklamlarını hatırlatan, her yeri bal dök de yala bir rüya semtidir. Hepsi aynı çiçeklerle süslü, aynı yükseklikteki çimlerle çevrili, aynı son model arabaların cirit attığı bu lüks yörede, erkekler ortalamanın altında çirkin ve biçimsizdirler. Ama ya kadınlar! Onlar birer düş yaratığıdır sanki... Hepsi sarışın fıstık, hepsi Jane Fonda'nın aerobik kurslarından çıkmış gibi incecik rüya yaratıkları... Üstelik bu kadınların tek amacı, erkeklerinin mutluluğudur. Tek varlık nedenleri onlara hizmet etmek, onlara iş hayatlarında destek olmak, evde tek konuyu bile dert etmeyip gönüllerini hoş etmektir. Bu kadınların tek sakıncası vardır; kimi zaman partilerde ya da toplantılarda kurgusu bitmiş zemberek gibi boşanırlar, mekanik hareketlerle havası alınmış Barbie bebekleri gibi yere düşerler. Çünkü ve çünkü... Ama gerisini filmde görün, daha iyi... Bir dönemin ünlü fantastik romanlar yazarı, "Rozmari'nin Bebeği", "Boys from Brazil-Vahşetin Çocukları", "A Kiss Before Dying- Ölmeden Evvel", "Sliver" gibi hepsi film olmuş yapıtların yaratıcısı Ira Levin'in aynı adlı romanı, 1975 yılında da filme alınmıştı. Gerçi sivri dilli eleştirmen Pauline Kael "İlk feminist gotik korku filmi... Ama dünyanın beklediği manifesto olmaktan çok uzak" diye alay etse de film, ilgi görmüştü. Tam 30 yıl sonra yapılan bu yeni uyarlama çok daha gösterişli. Üst düzey bir oyuncu kadrosu, parlak çekimler, Franz Oz gibi tam bir komedi ustası... Ama film makul ölçüde oyalayıcı olmakla birlikte, nedense belleklerde yer edecek bir filme dönüşemiyor. Niye? Bunun yanıtı galiba yine Frank Oz'da. Gerçi senaryoda da çeşitli tereddütler var ama asıl sorun Oz'un konuya yaklaşımı olmuş. Filmin yapımcıları "Hikayenin modern bir Amerikan komedisi yapmak için büyük bir potansiyel taşıdığının farkındayız" demişler. Yönetmen Oz ise "Bu konunun her bakımdan çok romantik olduğunu düşünüyorum" demiş. Demek ki hem komik hem de romantik olacak. Ama ayrıca elbette fantastik yanı da var. Eşinizi her açıdan mükemmel ama "birazcık robot" kadınlarla değiş tokuş etmek tam bir fantastik konu değilse nedir? Böylece film komedi, fantastik ve aşk filmi türleri arasında bocalamış, tam yönünü bulamamış. Yine de çok iyi oynanıyor ve biraz "Truman Show"vari bir hava taşıyor. Ama en azından o film kadar kalıcı olamıyor. Kısacası, tam bir yaz eğlenceliği...
STEPFORD KADINLARI **
(Stepford Wives)
Yönetmen: Frank Oz
Senaryo: Paul Rudnick
Görüntü: Rob Hahn
Müzik: David Arnold
Oyuncular: Nicole Kidman, Matthew Broderick, Bette Midler, Glenn Close, Christopher Walken,Roger Bart, Faith Hill
UİP (Paramount) yapımı.
AŞKLA SEKS (Sexo con Amor)
Tatsız tuzsuz egzotik meyve tadında bir film |
|
Kadın erkek ilişkilerini bir sit-com atmosferi içinde ele alan "Aşkla Seks" yaz sıcağında hiç de serinletmiyor
Evet, müjde... Nur topu gibi bir Şili filmimiz oldu. Yani Latin Amerika'nın Şili ülkesinden ilk kez bir film kalkıp sınırlarımızdan içeri girdi. Festivallerde bile bir Şili filmi görmemiştim, öylesine nadir bulunur bir şey bu! Ama hiç sevinmeyin. Bu filmi izledikten sonra keşke hiç zahmet edip de gelmeseydi, böylece o ırak ülkede farklı ve iyi bir sinema olduğunu en azından hayal edebilirdik, diye düşünebilirsiniz. Dünyanın birçok ülkesinde yıllardır yapıldığı üzere, kadın-erkek ilişkilerini bir TV 'sitcom'u havası içinde ele alan ve araya bol bol seks katan bir film bu... Yaz sıcakları için farklı, egzotik bir hafif erotik komedi iyi gider diye düşünmüş olmalı, filmin getirticileri... Böyle filmlerden diyelim ki İtalya, İspanya, hatta Yunanistan gibi yakın ülkelerde düzinelerle yapılıyor. Örneğin komşu Yunanistan'da son yıllarda büyük hasılatlar yapan "Safe Sex", "Orgasm of the Cow" gibi filmler var. Üstelik, acı ama söyleyelim, o filmlerde özenle seçilmiş güzel insanlar var. Bu filmin oyuncuları bile çirkin... Belki ülkelerinde ünlü oldukları için seçilmişler, ama bu bizi hiç ilgilendirmiyor ki... Velhasıl bu yaz sıcağında bize sunulan bu egzotik meyve yenilir-yutulur şey değil. Gelmese de olurmuş.
AŞKLA SEKS
(Sexo con Amor)Yönetmen: Boris Quercia
Senaryo:Marcos de Aguirre
Görüntü: Antonio Quercia
Müzik: Alvaro Henriquez
Oyuncular: Alvaro Rudolphy, Sigrid Algeria, Patricio Contreras, Maria İzquierdo, Boris Quercia Şili filmi.
ÖLÜM PROVASI (Audition)
Biz farkında olmasak da orada, uzaklarda bir yerde, farklı ve özgün sinema yapan birileri var ve dünyanın bir bölümü özellikle de genç sinemaseverler- için, onlar 'kült' mertebesine ulaşmış kişilikler. Japon yönetmeni Takashi Miike de bunlardan biri. Onu da yine İstanbul Festivali sayesinde tanıdık. Oldukça genç (1960 doğumlu) yönetmenin son iki yılda gösterilen "Ölü veya Diri-2", "Ölü veya Diri- Son", "Gozu" gibi filmleri, onu bizde de dar bir çerçeve içinde tanıttı, sevdirdi. Son festival kitabındaki sözlerle "türleri harmanlamayı seven, fantastik ve korkunun uç noktalarını önümüze seren" yönetmen, ayrıca son derece çalışkan. Sadece 2002 yılında dokuz film yönetmiş! Ve onun bir filmi sanıyorum ilk kez nasılsa ticari sinemalara düşmüş. Çok da iyi olmuş. Çünkü karşımızda gerçekten de korku-gerilim sinemasını yenileyebilecek güçte bir sanatçı var. Üstelik bu kez, diğer filmlerindeki aşırı, grotesk, 'zevksiz', festival kitabındaki deyişle 'yapış yapış' biçimde değil, son derece yalın, olgun, adeta klasik bir sinema örneği veren, sanatına son derece hakim bir yönetmen... BİR EŞ ARANIYOR 7 yıl önce eşini yitirmiş, 15 yaşındaki oğluyla yaşayan iş adamı Aoyoma, çevresindekilerin de tavsiyesiyle yeniden evlenmeye karar verir. Filmcilik yapan yakın arkadaşının tavsiyesiyle, ![]() ÖLÜM PROVASI (Audition) Yönetmen: Takashi Miike Senaryo: Ryu Murakami, Daisuke Tengan Görüntü: Hideo Yamamoto Müzik: Koji Endo Oyuncular: Ryo İshibashi, Eihi Shiina, Tetsu Sawaka, Jun Kunimura Japon filmi. | ||||
|
Örümcek Adam 2
Bir yüzü masum genç diğeri üstün adam |
|
Örümcek Adam'ın üçüncü macerası "Doc Ock" adlı serüvenin 21. yüzyıl teknolojisiyle sinemalaştırılmış hali... Özünde bir çift kişilik öyküsü var
İşte çocukluğunu 1960'larda yaşayanlar ve ilk kez o yıllarda yayınlanmaya başlayan Örümcek Adam çizgi-romanını sıcağı sıcağına okumuşlar için, rüyalarının bir film halinde gerçek olması. Örümcek Adam'ın üçüncü macerası olan "Doc Ock" adlı serüvenin 21. yüzyıl teknolojisiyle sinemalaşmış hali. Ama bu tür filmlerin artık kuşak ve yaş sınırlarını rahatlıkla aşarak çok geniş bir kitleye seslendiğini bilmiyor muyuz? Marvel Comics'in en popüler kahramanlarından Örümcek Adam, temelde daha öncesinin Superman veya Batman kişiliklerinin yolundan gidiyor. Yani tam anlamıyla bir çift-kişilik öyküsü bu. Hepsinin atası da elbette "Dr. Jekyll ve Mr. Hyde"la Robert Louis Stevenson adlı yazar... Böylece, pek de 'futuriste' olmayan bir New York dekoru önünde, sıkılgan ve beceriksiz Peter Parker'in yeni serüvenlerini izliyoruz. Sevdiği kız Mary Jane'e sevgisini bir türlü açamayan, üniversitede başarısız, iki yakasını bir araya getiremeyen, ölümüne neden

EVLİLİK Mİ ÖZGÜRLÜK MÜ?
İnsan şüphe ediyor: Evliliği çok ister gözükmesine

MAMBO ITALIANO
![]() | ![]() | |
![]() |
![]() | |||
Sanayi toplumunun 'gay' aşıkları |
|
Haftanın iki filmi de cinsellik temalı. Ama geçmişte yaz aylarının hatırına piyasada arz-ı endam ediveren iç gıdıklayıcı, tercihen Tinto Brass imzalı İtalyan filmlerinden değil bunlar
Kanada'dan gelen "Mambo Italiano" (ses bandında ünlü "Mambo Italiano" dışında her şey var!), bir oyundan uyarlanmış. Film, İtalyan göçmeni bir aile ve çevresinde geçiyor. Yıllar önce bir başka Amerika hayaliyle geldikleri Kanada'dan pek memnun olmayan, geleneklerine son derece bağlı, bu soğuk ülkede bile sanki köylerini yaşatan ailenin yetişkin bir kızı ve oğlu var. Filmin asıl kahramanı olan oğul Angelo, daha ilkokuldan beri bildiği şeyden artık emindir: O bir eşcinseldir ve tek başına uçma zamanı gelmiştir. Ama 27 yaşına rağmen evden ayrılıp tek başına yaşaması, bir İtalyan ailesi için en son düşünülecek şeydir. Okul arkadaşı, bir zamanlar iyi dost olduğu Nino yıllar sonra polis olarak karşısına çıkar. O da meğerse eşcinsel değil miymiş! İki eski arkadaş birlikte yaşamaya karar verirler. Ama bu, o geleneksel çevrede hiç de kolay olmayacaktır. Önce aşırı hızlı biçimde anlatılmış eşcinsel soslu bir fars,


Cinselliğin Güldüren Halleri
Herşeye karşın, özellikle başlarda İtalyan kimliğine bakış biraz karikatür düzeyine yaklaşıyorsa da sonuç olarak film kısa sürede her açıdan dengesini buluyor. Ve insanı hiç utanma hissetmeden güldürüyor. Cinselliğin heteroseksüellik, eşcinsellik, biseksüellik gibi türleri, uygun biçimde, hiçbirini abartmadan, küçümseyip övmeden veriliyor. Aralarında Fransız Kanada'sının ünlü şarkıcısı Ginette Reno ve Mira Sorvino'nun babası Paul Sorvino'nun da (Angelo'nun ana-babası rollerinde) bulunduğu kadro son derece sempatik. Nino'yu oynayan Peter Müller ise kadın-erkek herkesin gözünü alacak özel bir yakışıklı ve sanırım adından ilerde söz ettirecek.
MAMBO ITALIANO
***
Yönetim ve senaryo: Emile Gaudreault
Görüntü: Serge Ladouceur
Müzik: FM Le Sieur
Oyuncular: Luke Kirby, Ginette Reno, Paul Sorvino, Mary Walsh, Peter Miller,Tim Post, Sophie Lorrain Kanada filmi.
Romans 2: Cehennemin Anatomisi
![]() | ![]() | |
![]() |
![]() | |||
Kadın bedeninin vazgeçilmez cazibesi |
|
Yönetmen Catherine Breillat, ilerleyen yaşının da etkisiyle artık olgun insanların dünyasını ve cinsel hayatlarını ele alıyor. Yine de bu filmde erotizm aramayın
Fransız kadın yönetmen Catherine Breillat, cinsellik üzerine araştırmalarına devam ediyor. Fransa'da bu alan birçok ülkedeki gibi yalnızca erkeklerin çabasına açık değildir. Ünlü "Emmanuelle" filmlerine kaynak oluşturan roman dizisi de Emmanuelle Arsan adlı bir kadın yazarın elinden çıkma değil miydi? Önceleri genç kızlık döneminin cinselliği üzerine filmler yapan Breillat, yaşla birlikte olgun insanlar ve cinsellik ilişkisine değiniyor. "Romans" adlı filmiyle kimi tabuları yıkan ve genelde pornografik alana özgü sayılan kimi öğeleri de erotik film çerçevesine sokan Breillat, bizde de gösterilip belli bir ilgi gören o filmin hatırına "Romans 2" adıyla sunulan ve kendi romanından bizzat uyarladığı yeni filminde, cinselliğin farklı alanlarına doğru dalış yapıyor. 'Özgür' bir kulüpte erkeklerle flört ederken gördüğü bir adamla bakışan bir kadın, daha sonra tuvalete giderek bileklerini kesmeye kalkışır. Ama adam peşindedir ve onu kurtarır. Kadının önerdiği anlaşma gereği, onun evine giderler. Orda, dört gece boyunca kadın bedenini ona sunacaktır. Ama eşcinsel olduğunu bildiği erkekten gerçek bir temas, fiziksel bir ilişki beklemeden. Sadece 80 dakikalık uzunluğuna karşın insana bitmez-tükenmez gözüken film, temelde iki tür söylemle gelişiyor. Bir yandan kadın hem kendini teşhir edip hem de kendi bedeni, 'kadınlık halleri' ve kadın- erkek ilişkileri üzerine fikirler üretiyor. Öte yandan erkek, temelde kadın vücuduna karşı duyduğu nefreti açığa dökerken, giderek aslında bilmediği bu alana yavaş yavaş girmeye ve hatta üzerinde küçük deneyler yapmaya kalkışıyor.

Jeneriklerde yakın planlarda gözüken kadın bedeni başkasına aittir" yazısını ısrarla istemiş olduğu anlaşılan güzel oyuncu Amira Casar ve Breillat'nın Fransız porno sanayinden çekip çıkardığı ve "Romans"tan sonra ikinci kullandığı Rocco Siffredi, bize uzun, çok uzun bir söyleşi boyunca iç kaldırıcı ve bayağı sevimsiz deneyimler sunuyorlar. Benim denetime girmeden önceki haliyle gördüğüm filmde bu sahnelerden hangileri kalmış olacak, doğrusu onu da bilmiyorum.
Erotizm Olmasa Da Olur
Cinsellik, hele çağdaş sinemada elbette söz konusu edilmeli, tasvir edilmeli, üzerinde konuşulmalı, gösterilebilecek olan gösterilmeli. Aşıkların birbirlerine yaklaştıklarında görüntünün karardığı veya kameranın pencereye doğru kaydığı dönemler geride kaldı. Ama bunu, gerçekçilik hevesiyle en küçük estetik kaygı duymadan, bir tür düşünce ve konuşma şehveti uğruna sinema sanatını hiçe sayarak yapmanın savunması yok. Ve bu filmde, beklenenin aksine erotizmin e'si bile yok. Breillat'nın cinsellik ve sinema konusundaki görüşlerini yarın Aktüel Pazar'da Portre sütununda vermeye çalışacağım. Filmi ise varsa- meraklısına havale ediyorum.
Romans 2: Cehennemin Anatomisi *
(Anatomie de l'Enfer) Yönetim ve senaryo: Catherine Breillat
Görüntü: Yorgos Arvanitis
Oyuncular: Amira Casar, Rocco Siffredi
Fransız filmi.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)